Sevilla’da Bir Kent Bahçesi
[:tr]
Neden domates tarlada 50 kuruşken manavda -artık market diyoruz- 3 lira, 4 lira? Neden domates, biber 8 katı daha fazla satılır? Her yıl en az bir iki kere karşımıza böyle ‘toplumsal’ haberler çıkar, yılına göre gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda ya da hepsinde ne zaman akıllarına eserse. Bir politikacı açıklama yapar; ‘önlem alacaklardır.’ Arada spekülatörler vardır. İşin garip tarafı neredeyse herkesin katıldığı bir kanaattir bu. Aracılar bile haklı bulurlar bunu. Sonra hep beraber domates yenmeye devam eder. Bir dahaki ‘toplumsal’ habere kadar sadece ev gezmelerinde karşılıklı ısınma muhabbetlerine döner; “Domates de 3 lira olmuş” denir. Evet evet 3 liradır. Ne olacak bu hayat pahalılığı? Ah aracılar yok mudur… Karşılıklı olarak beddua edilir aracılara. Sonra çay içilir…
Burada yazı kahramanı haline getirdiğimiz domatesin neden 3 lira olduğunu pek düşünülmez. Aslında basit bir hesabı vardır. Her bir kilo domates için fiyatın en az yarısı onun mesela Finike’den sofranıza gelmesi için ödediğiniz mazot parasıdır. Kamyon taksitlerini siz ödersiniz, şoför parasını ve tabii ki aracılar da vardır ama zaten aracıların olmasının nedeni de onu ‘uzaktan’ getirmenizdir. Ama Finike’de de ancak biraz daha ucuzdur çünkü bu ‘uzaktan’ getirme durumu bir piyasa yaratmıştır ve bu piyasanın alt basamağından daha aşağıya inmez. Ya da tam tersine köylü için yine piyasının üst sınırından daha fazla tırmanamaz. Yani esas mesela domatesin uzaktan gelmesidir. Meselenin kalbini herkes iktisadi diye düşündüğünden buradan başlamak istedim. Bu yüzden basitçe ve el yordamıyla çözüme ulaşmak istersek, bu çözüm domatesi yakında, kentte, kendi bahçemizde yetiştirmemizdir.
Sevilla’da böyle kent bahçesinin pazarındayız. Bahçelerinin hemen kenarında kurulmuş pazar tezgahlarına henüz köklerindeki toprakları kurumamış kıvırcık salatalar, soğanlar, maydanozlar sıra dışı bir şekilde dizilmiş! satılıyor.
Bir kadının başında 10-15 kişi ‘sabun atölyesine’ katılıyor. Birlikte zeytinyağdan sabun çıkarıyorlar. Biraz ilerde bir mutfakta yine hep beraber yaptıkları ve birlikte sattıkları yiyeceklerin önüde uzun bir kuyruk var. 5-6 masa bu ev yemeği, şarabı ve birasıyla açık havada karnını doyuranlarla dolu. Bu örgütlenmenin koordinatörü Juan Westa ile konuşuyoruz.
-Burayı bir sosyal alan, bir ekolojik bir alan olarak örgütlüyoruz. Bu çevre örgütlenmesinin 20 yıllık bir geçmişi var. Bu parkta toprak 60 parsele ayrılmış durumda. Kent sakinleri, meraklı olanlar, işleri olmayanlar, emekliler kendi mahallelerinden referansla buraya başvurarak kendi yerlerini alabilirler. Bu topraklarda kent tarımına katılanlar öncelikle ekolojik tarım yapmaya söz verir, çok gerekirse mimimum düzeyde kimyasal kullanmayı kabul eder. Aynı zamanda ekolojik tarıma ilişkin teknikleri uygulamayı da yani Rotasyonlu -münavebeli- ekimi, ya da polikültür- çoklu tarımı da tabii. Her kişi, her ekip bunu kendi parselinde kullanmayı kabul eder. Biz bazı programlarla başka kurumlarla işbirliği yaparız. Bu mahallelerin katıldığı ekolojik programlardır. Mesela yerel yönetimle birlikte sürdürdüğümüz kolektif olarak sebze yetiştirmek böyle bir program..
Bu arada tezgaha birkaç müşteri geliyor. Biz konuşmayı kesiyoruz onlar muhabbete başlıyor. Üç demet kıvırcık salata, filenin içinde bir kilo ceviz masadan ayrılıyorlar. Muhabbet devam ediyor. Şu anda basit bir şeyi anlatmıyorum aslında. Sadece kasadan geçirilmiş barkod sesinden ibaret bir hayatın kıyısında küçük bahçeler burası.
Söyleşiye ilk başta ‘iktisadi’ gibi bir giriş yapmamın nedeni ‘kent bahçelerinin, kent tarımının’ genel bir kanaat olan orta sınıf hobisi olarak algılanmasını ortadan kaldırmaya çalışmak. Mesela Küba’da kent tarımı özellikle Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra büyük krizin içinde halkın yaşamını sürdürmesinin en önemli örgütlenmesiydi. Havana’nın meyve ve sebze ihtiyacının üçte ikisi kent tarımı ile karşılandı. –Ah en çok sevdiğim sözü tekrar etme fırsatı geldi yine bana Travenian bir romanında yazar; ‘Tanrı bana deha verdi ve geliştirmem için yoksulluk ekledi’- Havana’da böyle bir kent bahçesinde sadece 10 hektarlık bahçede 101 kişi yaşamını idame ettiriyordu. Bu bahçenin filmini yaparken bu sayıya emin olamayıp peşpeşe defalarca sormuştuk. Eh tabii şunu hatırlatmam gerekiyor ki bu yüzbir kişi ‘Sosyalist Küba’da ev kirası ödemiyordu. Sağlık ve eğitim tamamen bedavaydı. Elektrik ve su parası devede kulaktı vesaire ama Sovyetler Birliği sırasında monokültür-tekli tarıma mahkum edilmiş Küba’da kent tarımı ülkenin yarısının karnını doyurdu.
Juan Westa ile muhabbete devam ediyoruz.
– Burada herkes kendi toprağında öncelikle kendi ailesi için yetiştirir. Her parsel 120 metrekaredir, bu yüzden genellikle bir ailenin ihtiyacından çok daha fazla sebze yetişir. Ürettiklerinin fazlasını komşularıyla paylaşırlar, satarlar. Ne kadar üretip, kaç aile ile paylaşıldığını, satıldığını bilmiyorum ama bunu ticari, profosyonel bir satış olarak anlamayın zaten ne kadar fazla ürün olabilir ki…Bizim anladığımız ekolojik tarımın ölçütü, ekolojik üretim senin yaşamın için yeterli olmasıdır. Bu yüzden klasik tarım, mono kültür- tekçi tarım mutlaka değişmesi gereken bir şeydir. Bu söylediğim kırsal alanlar için de geçerlidir. Ekolojik tarım aynı zamanda mutlaka kendi tohumlarına sahip olmak ve üretimin küçük üreticiler tarafından gerçekleştirilmesidir. Bu küçük çiftçilerin emeklerinin de değer kazanmasıdır. Burada herkese en ilginç gelecek olan şeyse yiyeceğin, en güzelinin, en kalitelisinin parasız olarak sofraya ulaşmasıdır herhalde…
Sofradakiler biraz değişti. Kalkanlar ellerinde şarap bardaklarıyla sebze tezgahlarında sohbet ediyor. Sanat galerisi dolaşır gibi. Bazılarının elinde bira var deyip pazarı soktuğum elit havasından çıkarayım ve sabun atölyesinde piknik tüpünün üstünde zeytinyağı kaynadığını hatırlatayım.
-Bizim kafamızda tarım sadece köyde, kırda olur diye bir düşünce hakim. Kentte tarım yapmak nasıl birşey ?
– Biz kent tarımı yapıyoruz ve bunun bir çok yararını görüyoruz. Bu tarım ürünlerinin, gıdanın spekülasyonu da engellemektir. Aynı zamanda her yeri çimentonun işgal ettiği kentte sürdürebilirliği de sağlamaktadır. Bu Sevilla’da tarımın varlığını da sürdürmektedir. Ekolojik tarım ile klasik tarımdan farklı olarak katılımcıların doğrudan ihtiyaçlarının karşılanmasıdır ve bu aynı zamanda toprağın yaşaması manasına gelir.
Küba’dan farklı olarak bir yan uğraş gibi, daha çok sevdikleri için bu işi yapanlarla dolu bahçe. Ellerine toprak yüzlerine tebessüm bulaşmış. Nasıl anlatayım.. hiç başkan ya da başkan olmaya çalışan mendebur suratı yok kimsede
– Bu örgütlenme sadece bir şey yetiştirmek değil değil mi ? Bir başka dayanışma, katılım…
– Temel olarak bir çevresel savunma örgütlenmesi. Üretmek için bir araya geliyoruz bir kolektif halinde elbette, önceliğimiz ekolojik tarım, ekolojik üretim ama elbette aynı zamanda aramızda bir dayanışma kültürü geliştiriyor bu. Direk tarımla ilişkili olmasa da çevresel savunma için de aramızda bulunan arkadaşlarımız var. Temel olarak diyebiliriz ki yaşamı örgütleme temelinde çevresel bir savunma organizasyonu.
-‘Toprak’ sizin için ne ifade ediyor? Başka insanlar için toprak sadece para anlamına gelebiliyor. Peki sizin için ne anlama gelmekte?
– Bizim için toprak çok temel yaşamsal bir şey. Toprağın değerini korumayı, verimliliğini ve yaşamını devam ettirmeyi deniyoruz. Yani, pratik olarak tarım, sosyal bir biyolojik çeşitliliğin ortaya çıkmasına olanak sağlıyor. Aynı zamanda bu tarım pratiği ile üreten ve tüketen her bir kişi için yaşam kalitesini sürdürmek temel durumlardan biri.
– Sevilla’da daha fazla ailenin örgütlenmesi mümkün olur mu?
– Neredeyse 10 yıldır birçok inisiyatif gerçekleşti. Burada, biri San Jeronimo’da diğeri Mina Flores’te olmak üzere iki tane tarihi bahçe vardı. Ama burada neredeyse 8 yılı doldurduk ve bu sürede bir çok katılım gerçekleşti. Bütün şehirde 5-6 inisiyatif, bazıları merkezde, komşular derneğinin, sosyal merkezlerin bulunduğu, belediye ile toprak üzerine görüşmelerin yapıldığı örgütlenmeler oluştu. Ve bu şekilde devam etmekte.
Bahçede sadece sebze üretimi yok. Parkın, bahçenin bir tarafında oldukça geniş –benim resmi ölçü birimim futbol sahası yarısı- bir alanda koyunlar, keçiler, tavuklar, kazlar, ördekler serbestçe dolaşıyorlar. Şehirde hayvan olur mu diyenlere; kent merkezinde hayvancılık yapılıyor.
– Peki hayvancılık konusunda nasıl örgütleniyorsunuz?
– Burada çok başarılı bulunan bir programımız var. İki tip hayvancılıkla uğraşıyoruz tavuklar ve koyunlar. Mahalledeki herkes kendi organik atıklarını getiriyor. Bunları tavuklarımıza veriyoruz ve bu tavukların yumurtaları o kişilere gidiyor. Bu şekilde bir çember ile organik besine ulaşımı sağlıyoruz. Tavuklar bahçenin içinde kendilerine ayrılan bolümde özgürce yaşıyorlar, kümes kullanmıyoruz. Ve bir diğeri, koyunlar için başka bir programımız var. Aşağı Guadalquivir bataklıklarından gelen yem bitkilerini kullanıyoruz. Böylece hayvanlarımız tamamen organik besleniyor. Hayvanların sütü ve onların işlenmesini, mesela peynir haline getirilmesini yine kolektif olarak yapıp çembere dahil olanlarla birlikte paylaşıyoruz.
Yağmur başlıyor. Safları sıklaştırıyor arkadaşlar. Kaynayan sabun kazanı içeri taşınıyor. Peşinden gidiyor sabun atölyesi katılanları. Bizdeki –eğer bırakmışlarsa- 3 günde solan peyzaj çiçeklerine terk edilmiş parklar düşüyor aklıma.
– Sizin ailenizde kaç kişi var?
– Biz 4 kişiyiz.
– Mesela son 5 yılda sebze satın almak için hiç markete gittiniz mi?
– Çok az. Temel olarak bütün ihtiyacımızı buradan karşılamaya çalışıyoruz… Bir Cumartesi günü Sevilla’da bir Kent Bahçesi… Bu dutluklar eskiden marketti demek için… (ZETE)
[:]