“Bitkiler zeki varlıklar mı?” Yeni bir araştırma bu soruya olumlu cevap veriyor

Stefano-Mancuso-1

 

 

Brilliant Green isimli kitaba göre, bitkiler düşündüğümüzden çok daha zeki varlıklar. Bu çerçevede Brilliant Green: the Surprising History and Science of Plant Intelligenceisimli kitap, bitkileri zeka ve duygu sahibi canlılar olarak tanımlıyor ve onların haklarını dikkate alarak hareket etmemiz gerektiğini dile getiriyor.

Bitkiler zeki canlılardır, bitkilerin çeşitli haklara sahip olması gerekir. Bitkiler bir nevi internet gibidir ya da daha doğrusu internet, bitkiler gibidir. Bu ifadeler birçoğumuza desteklenebilmesi güç ve hatta mantıksız görünebilir. Ancak bitki nörobiyoloğuStefano Mancuso ile gazeteci Alessandra Viola‘nun ortak çalışması olan Brilliant Green: the Surprising History and Science of Plant Intelligence isimli kitapta bitkiler farklı, ilgi uyandırıcı ve etkileyici yönleriyle ele alınıyor. Öyle ki çalışmada bitkiler sadece çeşitli duyguları hissetmeleri ve zekâ sahibi olmaları üzerinden değil, ayrıcı hakları üzerinden de değerlendiriliyor.

Hayvanlar yüzyıllar boyunca Batı felsefesi ve bilim dünyası tarafından genellikle düşünmeyen otomatlar ve basit köle içgüdüsüne sahip canlılar olarak tanımlanmıştı. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar ile bu görüşün parçalanması noktasında çok ciddi somut adımların atıldığını görüyoruz. Yani şu anda biliyoruz ki düşünen, hisseden ve sahip olduğu kişiliği ekseninde hareket eden hayvanlara örnek olarak sadece şempanzeler, yunuslar ve filler verilemez. Daha pek çok canlı düşünür, hisseder ve oluşturduğu kişilik ekseninde davranışlarını şekillendirir. Bu bağlamda ahtapotlar çeşitli araçları kullanabilir, balinalar şarkı söyleyebilir, arılar sayı sayabilir. Yine kargalar karmaşık akıl yürütme, muhakeme yeteneklerini ortaya koymuşlardır. Ayrıca kağıt eşek arıları yüzleri tanıyabilir, balıklar farklı müzik türlerini ayırt edebilir.

Bu doğrultuda belirttiğimiz tüm bu canlıların tek bir ortak noktası mevcut: Onlar beyin sahibi hayvanlar fakat bitkilerin beyni yok. O halde -hayvanlardan farklı olarak- bir beyne sahip olmayan bitkiler nasıl kendi problemlerini çözebiliyor, akılcı davranabiliyor ya da çeşitli uyarıcılar için tepki oluşturabiliyor?

Floransa’daki Uluslararası Bitki Nörobiyolojisi Laboratuvarı’nın direktörü, bitki nörobiyoloğu Stefano Mancuso şöyle diyor: “Zekâ -böbreklerin idrar üretmesi ile neredeyse aynı şekilde- beynin ürettiği, meydana getirdiği bir şey olarak değerlendiriliyor. Yani günümüzdeki zekâ algısı fazlasıyla basitleştirilmiş. Neticede eğer vücut değişkenlerin dışında kalmışsa yani yoksa, bir beyin, kendisini andıran bir cevizle aynı miktarda zeka üretecektir.”

Bu arada şunu da belirtelim: On yıllar boyunca bitkiler üzerine titizlikle çalışmış Charles Darwin, bitkilerin; duyarlı olduklarını, uyarıcılara karşı harekete geçtiklerini ve karşılık verdiklerini ifade ederek genel kanının, toplumsal sağduyunun dışına -karşısına- çıkmış ilk bilim insanlarından biriydi. Dahası hayatının çoğunu bitkiler üzerine çalışmalarla geçirmiş Darwin, nispeten daha basit veya ilkel özellikler gösteren hayvanlar için kökçüğün, kök ucunun adeta bir beyin işlevinde olduğunu, yani bir beyin gibi hareket ettiğini gözlemlemişti.

Problem çözücü bitkiler

Bitkiler, hayvanların karşılaştığı sorunların birçoğuyla karşılaşsa da onların bahse konu bu sorunlara ilişkin yaklaşımı, hayvanlarınkinden önemli ölçüde farklı. Çünkü biliyoruz ki bitkiler; enerji bulmak ve bu enerjiyi yeniden üretmek zorunda. Ayrıca bitkilerin yırtıcı hayvanları da defetmeleri gerek. Bu çerçevede Mancuso, bitkilerin duyarlılık ve zeka sahibi olmalarını da az önce belirttiğimiz gerekliliklerin varlığına bağlıyor. Yani Mancuso, tüm bu faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesi için bitkilerin zekâ ve duyarlılıklarını geliştirdikleri görüşünü savunuyor ve ekliyor: “Zeka, problemleri çözme yeteneğidir ve görüyoruz ki bitkiler kendi problemleri için çözüm geliştirebilmek noktasında oldukça iyiler.”

Özel olarak enerji ihtiyacının çözümü için bitkilerin çoğu yönünü güneşe çeviriyor. (Hatta bazı durumlarda kelimenin gerçek anlamıyla bunu yapıyorlar.) Bitkiler, ışığın yerini saptayarak gölgeli alanlarda büyüyebiliyor ve bitkilerin çoğu güneş ışığından daha fazla faydalanabilmek için gün içerisinde yapraklarını döndürebiliyor. Ancak bununla birlikte bazı bitkiler daha farklı bir yol izleyip enerji ihtiyaçlarını çeşitli hayvanları avlayarak ve öldürerek karşılayabiliyor. (Enerji için avlanılan hayvanlar arasında haşaratlar, fareler ve hatta kuşlar bile var.) Hayvan tüketicisi bitkiler arasından en bilineni sinekkapan bitkisi olabilir. Ancak hayvanları tükettiği bilinen en azından 600 bitki türünün doğada mevcut olduğu da belirtiliyor. Bitkiler, hayvanları avlayabilmek ve onları bir çırpıda yiyebilmek için karmaşık tuzaklar, hızlı reaksiyonlar geliştirmiş durumda.

Bitkiler, hayvanları doğrudan öldürmeden onlardan fayda sağlamak yolunu da enerji ihtiyaçlarını giderebilmek adına tercih ediyor. (Bu yöntem hayvanların insanlar tarafından -direkt besin olarak tüketilmelerine ilaveten- taşımacılık, ulaştırma vebenzeri faaliyetler için kullanılmalarını çağrıştırıyor gibi.) Birçok bitki; kendisinden polen elde etmek isteyen canlılar için -adeta bir çeşit reklamcılık faaliyeti yürüterek- iştah açıcı, canlı ve renkli görünebiliyor ya da karmaşık hilelere başvurabiliyor. Bu iletişim sürecinde doğrudan kandırma ya da mükafatlandırma yöntemleri işleyebiliyor. Ayrıca yeni bir araştırma gösteriyor ki bazı bitkiler polen elde etmek için kendilerine başvuran böcekler arasında ayrım yapabiliyor ve buna göre polenlerini yalnızca en iyi olana verebiliyor.

Son olarak, bitkiler yırtıcı hayvanları savuşturabilmek için inanılmaz çeşitlilikte zehirli bileşenler üretebiliyor. Öyle ki bir böcek tarafından saldırıya uğramaları halinde birçok bitki özgül olarak belirlenmiş bir kimyasal bileşen salgılıyor. Nitekim bitkiler bu bileşenleri öylesine dışarı atmıyor, bunları spesifik olarak ve sadece saldırı altındaki yaprak için kullanmayı tercih ediyor. Yani bitkiler aldatıcı olabildikleri kadar tutumlu ve kanaatkâr bir portre de çiziyor.

Mancuso ve Viola ikilisinin kitaplarında şöyle bir ifadeye yer veriliyor: “Bir bitkinin yaptığı her seçim -ya da tercih- şu tür bir hesaplamaya dayanır; karşı karşıya olduğum bu problemin çözümü için kullanabileceğim minimum kaynak miktarı tam olarak ne kadar?” Yani bitkiler tehditlere ya da fırsatlara öylesine tepkiler oluşturmaz. Bu bağlamda bitkiler karşı karşıya oldukları duruma bir çeşit maliyet hesaplaması yaparak ve optimum kaynakları belirleyerek yaklaşır. Diğer bir deyişle, verilen tepkinin öncesinde hızlı bir karar alma süreci mevcuttur.

Bitkinin kök kısmı ise onun en sofistike bölgesi olarak isimlendirilmeye aday. Zira bilim insanları bitki köklerinin rastgele hareket etmediklerini, suyu elde etmek için en iyi konuma ulaşma arayışında olduklarını ve rekabetten kaçınarak çeşitli kimyasalları depoladıklarını gözlemledi. Dahası bazı durumlarda, köklerin bir engele çarpmadan önce seyirlerini değiştirebildikleri de fark edildi. Bu durum bitkilerin birçok engeli duyuları aracılığıyla algılayabildiğini, görebildiğini kanıtlıyor.

Bildiğimiz gibi insanların 5 temel duyu organı var. Ancak bilim insanları bitkilerin, bulundukları çevrelerdeki o karmaşık koşulları gözeten en azından 20 farklı duyusu olduğunu keşfetti. Mancuso’ya göre; bitkilerin bu duyuları kabaca bizim beş duyumuza karşılık geliyor; fakat onların nemi ölçmek, yerçekimini algılamak ve elektromanyetik alanları duyumsamak gibi şeyleri gerçekleştirebilmelerine imkan tanıyan ilave duyuları da mevcut.

Bitkiler gerçekten karmaşık iletişimciler. Günümüzde, bilim insanları bitkilerin çok çeşitli yollara başvurarak iletişim kurduklarını belirtiyor. Bu yöntemler arasından en bilineni ise kimyasal uçucular. (Kimyasal uçucular ayrıca; neden bazı bitkilerin çok iyi ve bazılarınınsa çok kötü koktuklarına açıklama getirir.) İletişim konusu özelinde bilim insanları artık, bitkilerin elektrik sinyalleri ve hatta titreşimler aracılığıyla da iletişim kurabildiklerini keşfetmiş durumda.

“Bitkiler harika iletişimcilerdir: Bu çerçevede çevrelerindeki komşu bitkilerle ya da böcekler ve hayvanlar şeklinde sıralayabileceğimiz çeşitli organizmalar ile birçok bilgiyi paylaşırlar. Bir gülün kokusu ya da bundan daha az büyüleyici olup bazı çiçekler tarafından üretilen diğer kokular -örnek olarak çürümüş etin nahoş ve güçlü kokusu verilebilir- polen elde etmek isteyen canlılar için bir mesaj niteliğindedir.”

Mancuso ve Viola ikilisinin kitaplarında şöyle bir ifadeye yer veriliyor: “Bir bitkinin yaptığı her seçim -ya da tercih- şu tür bir hesaplamaya dayanır; karşı karşıya olduğum bu problemin çözümü için kullanabileceğim minimum kaynak miktarı tam olarak ne kadar?” Yani bitkiler tehditlere ya da fırsatlara öylesine tepkiler oluşturmaz. Bu bağlamda bitkiler karşı karşıya oldukları duruma bir çeşit maliyet hesaplaması yaparak ve optimum kaynakları belirleyerek yaklaşır. Diğer bir deyişle, verilen tepkinin öncesinde hızlı bir karar alma süreci mevcuttur.

Bitkinin kök kısmı ise onun en sofistike bölgesi olarak isimlendirilmeye aday. Zira bilim insanları bitki köklerinin rastgele hareket etmediklerini, suyu elde etmek için en iyi konuma ulaşma arayışında olduklarını ve rekabetten kaçınarak çeşitli kimyasalları depoladıklarını gözlemledi. Dahası bazı durumlarda, köklerin bir engele çarpmadan önce seyirlerini değiştirebildikleri de fark edildi. Bu durum bitkilerin birçok engeli duyuları aracılığıyla algılayabildiğini, görebildiğini kanıtlıyor.

Bildiğimiz gibi insanların 5 temel duyu organı var. Ancak bilim insanları bitkilerin, bulundukları çevrelerdeki o karmaşık koşulları gözeten en azından 20 farklı duyusu olduğunu keşfetti. Mancuso’ya göre; bitkilerin bu duyuları kabaca bizim beş duyumuza karşılık geliyor; fakat onların nemi ölçmek, yerçekimini algılamak ve elektromanyetik alanları duyumsamak gibi şeyleri gerçekleştirebilmelerine imkan tanıyan ilave duyuları da mevcut.

Bitkiler gerçekten karmaşık iletişimciler. Günümüzde, bilim insanları bitkilerin çok çeşitli yollara başvurarak iletişim kurduklarını belirtiyor. Bu yöntemler arasından en bilineni ise kimyasal uçucular. (Kimyasal uçucular ayrıca; neden bazı bitkilerin çok iyi ve bazılarınınsa çok kötü koktuklarına açıklama getirir.) İletişim konusu özelinde bilim insanları artık, bitkilerin elektrik sinyalleri ve hatta titreşimler aracılığıyla da iletişim kurabildiklerini keşfetmiş durumda.

“Bitkiler harika iletişimcilerdir: Bu çerçevede çevrelerindeki komşu bitkilerle ya da böcekler ve hayvanlar şeklinde sıralayabileceğimiz çeşitli organizmalar ile birçok bilgiyi paylaşırlar. Bir gülün kokusu ya da bundan daha az büyüleyici olup bazı çiçekler tarafından üretilen diğer kokular -örnek olarak çürümüş etin nahoş ve güçlü kokusu verilebilir- polen elde etmek isteyen canlılar için bir mesaj niteliğindedir.”

Bitkilerin çoğu, bir tehlike hali yaklaştığı zaman kendi türlerinden diğer bitkileri uyarabilir. Örneğin; herhangi bir böcek tarafından saldırıya uğrayan bir bitki; kendisinin şu anda tüketilmekte, halihazırda yenilmekte olduğunu ve bu sebepten diğer bitkilerin savunmaya geçmelerinin gerektiğini bir çeşit kimyasal sinyal göndererek adeta ifade etmeye çalışır. Yani saldırıya uğramakta olan bir bitki, diğer türdeşlerini de bu tehlikeye karşı uyarabilir. Dahası araştırmacılar bitkilerin; yakın akrabalarını, hısımlarını tanıyabildiklerini ve aynı ebeveyni paylaştıkları bu bitki türlerine diğerleri ile kıyaslandığında daha farklı davrandıklarını da keşfetti.

Bitkilerin uyumak ve oyun oynamak faaliyetlerine benzer yönde davranışlar sergilediğini iddia eden Mancuso ve Viola ikilisi, Brilliant Green isimli kitaplarında şöyle diyor: “Özellikle son zamanlarda yapılan bilimsel çalışmalar gösteriyor ki bitkiler duygularla donatılmıştır, çeşitli karmaşık sosyal ilişki ağları kurmuşlardır ve halihazırda kurmaya devam etmektedir. Ayrıca bitkiler kendileriyle ve hayvanlarla iletişim kurabilirler.”

Görünen o ki Darwin başından beri haklıydı. Zira Mancuso; bitki zekasının kilit anahtarının kökçükler ya da kök apeksler olduğuna ilişkin birçok delil bulmuş durumda. Bu doğrultuda Mancuso ve çalışma arkadaşları; bitkinin tam olarak bu bölgesinden alınan sinyallerin, hayvanın beynindeki nöronlardan alınan sinyaller ile aynı olduğunu kaydetti. Nitekim sadece bir kök apeksin çok fazla şey yapabilmesi mümkün olmayabilir. Bahse konu bu güçlü ihtimale karşı şunu hatırlatmamızda yarar var; bitkilerin çoğu milyonlarca bireysel köke sahip. Ayrıca her biri yine bir kökçüğe de sahip.

Yani tek bir güçlü, merkezi beyin yerine bitkiler bünyelerinde sayıları milyonları bulan küçük hesaplayıcılar barındırıyor. Bahse konu tüm bu hesaplayıcı yapılar bir çeşit bilgisayar işlevi niteliğiyle karmaşık bir ağ üzerinden bir arada çalışıyor. Mancuso bitkileri bu sebepten ötürü internet ile kıyaslıyor. Bu evrimsel seçim, biyokütlesinin yüzde 90’ını ya da daha fazlasını kaybeden bir bitkinin hayatta kalabilmesine imkân tanıyarak gücünü ve dayanıklılığını gözler önüne sermiş oluyor.

Mancuso şöyle diyor: “Bitkilerdeki evrim sürecinin temel itici gücü, bedenlerinin büyük bir bölümünü kaybetmelerine rağmen bitkilerin hayatta kalmayı başarabilmeleri gerçeğinde saklı. Böylece, bitkiler büyük bir ağın düğümleri şeklinde birbirleri ile etkileşim kurabiliyor ve çok sayıdaki temel modülleri inşa edebiliyor. Belirli organların ya da merkezi fonksiyonların yokluğu durumunda bitkiler işlevselliklerini kaybetmeden predasyon durumunu tolere edebiliyor. Esasında internet de aynı nedenden doğdu ve kaçınılmaz olarak aynı çözüme erişti.” (Predasyon; bir canlının diğer bir canlıyı avlaması ve onun üzerinden beslenmesi olayıdır. Yani bu kavram avcı ve av arasındaki ilişkiyi yansıtır.)

Tek bir beyne sahip olmak -tıpkı tek bir kalbe ya da bir çift akciğere sahip olmak gibi- bitkilerin çok daha kolay öldürülmelerine neden olurdu. Bu gelişmelerin ışığında Mancuso şunu ekliyor: “Zaten bu sebepten bitkilerin beyni yok. Yani zeki olmadıklarından değil, daha savunmasız olabileceklerinden dolayı…” Mancuso ayrıca bir bitkiyi tek başına, bireysel ve bağımsız olarak ele almaktan ziyade o tek bir bitkiyi adeta bir koloniymiş gibi ele almamız ve düşünmemiz gerektiğini belirtiyor. Tek bir karıncanın ölümü, doğal olarak, koloninin de ölümü anlamına gelmez. Bu çerçevede bir yaprağın ya da kökün yok edilmesi halinde de bitki halen hayatta kalmaya, yaşamaya devam eder.

Geniş uçurum

Peki, neden bitkilerin duyarlılıkları -bu kavrama halen alışamayanlar için, bitkilerin davranışları ya da hareketleri- bu kadar uzun bir süredir görmezden geliniyor, ihmal ediliyor? Mancuso bu sorunun cevabı için öncelikli olarak bitkilerin bizden çok büyük ve şiddetli ölçüde farklı olduğunu belirtiyor. Bundan hareketle Mancuso’ya göre kendimizi bitkilerin yerine koyabilmemiz imkânsız hale geliyor. Mancuso şunları vurguluyor: “Gerçekten çok ayrımlıyız; iki farklı evrimsel parçanın ürünleriyiz. Bitkiler bizim için adeta uzaylılar gibi. Ancak yine de bitkiler ile yaşam alanımızı paylaşıyoruz, benzer ihtiyaçlarımız var ve aynı gezegen içerisinde evrimleştik. Sonuç itibariyle benzer etkilere benzer yönden tepkiler geliştiriyoruz.”

İlaveten bitkiler hayvanlara göre, büyük oranda, daha farklı bir zaman ölçeğinde yaşamlarını sürdürüyor. Yani bitkiler öylesine yavaş hareket ediyorlar ki onları ve dış uyarıcılara yönelik tepkilerini çok zor bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Bitkiler ile aramızdaki geniş farklılıklara bağlı olarak Mancuso; bitkilerin diyelim ki bir kaplan ya da fil ile benzer şekilde ilgi çekebilmeleri, alaka uyandırabilmeleri noktasında başarısız kaldıklarını belirtiyor ve şunların altını çiziyor: “Bitkilere duyulan sevgi çok erişkin, olgun bir niteliğe sahip. Yani bitkilere ilgili bir bebek bulabilmek neredeyse imkansız; genellikle hayvanlara düşkün oluyor, onları seviyorlar. Hiçbir çocuk bir bitkinin eğlenceli olduğunu düşünmüyor. Esasında bu durum benim için de farklı değildi. Zira doktora sürecimde bitkilerin şaşırtıcı yeteneklerinin farkına vararak onlar ile ilgilenmeye başlamıştım. Günümüzdeki bitki araştırmacılarının büyük bir çoğunluğu ise moleküler biyologlardan oluşuyor. Onlar da bitkilerin davranışları konusunda, ben cırcır böceği hakkında ne kadar şey biliyorsam o kadar bilgili.”

Görülüyor ki bitkilere genel olarak ilgisiz kalınması, bitki davranışları ya da zekası konusundaki çalışmaların çok sınırlı kalmaları ile sonuçlanmıştır (hayvanlardan farklı olarak).Sinekkapan-2

Bitkilere bağımlılık

Hayvanlar kadar çeşitliliğe sahip olmayan bitkiler, dünyayı gerçekten fethetmişlerdir. Günümüzde, bitkiler yüzde 99’dan daha fazla biyokütleyi meydana getirmektedir. Dünyadaki tüm hayvanların oluşturdukları biyokütle oranı ise yüzde 1’den bile daha azdır. (Biyokütle, yeşil bitkilerin güneş enerjisini fotosentez yolu ile kimyasal enerjiye dönüştürerek depolaması sonucu meydana gelen biyolojik kütle ve buna bağlı organik madde kaynakları olarak tanımlanmaktadır.)

Mancuso bitkilere bağlı olduğumuzu belirtip bitkilerin muhafaza edilebilmelerinininsanlar için de gerekli, zorunlu olduğunu vurguluyor. Ancak bu gerçeğe rağmen -ağaçları yok etme, habitat tahribi, çevre kirliliği, iklim değişikliği ve benzeri şeklindeki- insan davranışları bir kitlesel yok oluşun habercisi niteliğini sürdürmeye devam ediyor. Geçmişte bitkiler bu toplu yok oluş, tükeniş tehlikesini bir şekilde atlatabilmiş olsa da bu kez bunu yapabileceklerinin bir garantisi yok. Bitkilere yönelik bilgilerimiz de hâlen kısıtlı düzeyde. Yani gezegen üzerinde kaç adet bitki türünün mevcut olduğunu bile kesin olarak bilmiyoruz. Şu an itibariyle bilim insanları neredeyse 20 bin bitki türünü tanımlamış durumda. Ancak yüksek ihtimalle daha bilinmeyen çok şey var. Üstelik Mancuso bu konu özelinde tahmin farklılıklarının mevcut olduğunu da ifade ediyor. Bu çerçevede, yaşayan bitki türlerinden tarafımızca bilinenleri tahmini olarak yüzde 10 ile 50 arası değerlerde değişim gösteriyor. Ayrıca bahse konu bitki türlerinin içerisinde daha keşifleri, tanımları yapılmadan yitip gidenler de var. Mancuso da daha önce hiç karşılaşmadığımız bitki türlerinin tutarlı bir şekilde, her gün yok olup gittiğine dikkatleri çekiyor.

Özellikle keşfedilmemiş yağmur ormanları ve bulut ormanında muhtemelen bilinmeyen pek çok şey yatıyor. Gezegenimizin en büyük biyoçeşitlilik noktaları için yok oluş tehlikesi istikrarlı bir şekilde sürüyor. Biyoçeşitlilik odağında Brezilya, Endonezya, Malezya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Papua Yeni Gine gibi örneklerin üzerinde durulması gerektiği belirtiliyor.

Sadece besin ve hammaddelerin büyük bir çoğunluğu için değil, ayrıca soluduğumuz oksijen ve -her geçen gün ihtiyacımızın daha da fazla arttığı- yağmur için de bitkilere muhtacız. Bitkiler biyofiziksel kuvvetlerin çoğuna temel itici kuvvet olmalarından mütevellit dünyayı hepimiz için yaşanılabilir kılıyor.

Tıpkı bitki davranış araştırmalarında olduğu gibi, bitki koruma çalışmaları da uzun bir süredir göz ardı ediliyor. Ancak yine de bitkiler üzerine doğrudan çalışan birkaç büyük koruma grupları mevcut. Mancuso bu doğrultuda bitkilerin hakları konusunun geniş ölçekte odaklara yerleşmesinin gerekliliği üzerinde duruyor. Neticede bitkilerin hissedebilen varlıklar olmaları, bitki hakları ve bitkilerin korunmasının gerekliliği gibi başlıkları düşündürtmelidir. Bitki hakları kimileri için çok radikal bulunabilir; lakin birçok çalışmanın sunduğu gerçekler göz önüne getirildiğinde insanların bitkiler konusundaki akademik ve koruyucu yaklaşımları kesinlikle dikkate almalarının artık şart olduğu gerçeği nettir. Mancuso bitki hakları odaklı çalışmaların artık ertelenemeyeceğinin altını çiziyor. Kendisini durumu abartmak, fazlaca büyütmek gibi söylemler ile eleştirebilecek kişilere ise Mancuso; bitkilerin korunmaları yönündeki çalışmaların, kırılgan ve bağımlı insan topluluğu için çok önemli olduğunu belirterek karşılık veriyor.

Bitki haklarına giden sürecin çetrefilli olması, onun gerekli ve önemli olmadığı anlamına gelmiyor. Mancuso daha uzun vadeli bir değerlendirmeyle kendi türümüzü koruyabilmemiz için bitkileri korumamız gerektiğini hatırlatıyor.

Kaynak: The Guardian, Harran Üniversitesi

Bitkiler-Zeki