Sıkışan Çevre Eğitimi
Ahlakla ilgili bir drama atölye planı ön hazırlığı yaparken “ahlak, karanlıkta yere çöp atmamaktır” sözü ile karşılaştım. Cümle kendi içinde yoğun bir anlam ifade ederken yalın görünen,“yere çöp atmamak” bile önemli bir erdemdir ülkemizde. Günlük yaşamımızda, önünüzdeki arabanın camı açılır ve içilen kutu içecekten kalan teneke yeşille buluşur. Herhangi bir avrupa ülkesinde marketten plastik torba alamıyorken, ülkemizde alışveriş merkezinde ödeme sırasının size gelmesini beklerken önünüzdeki teyzenin plastiğe aç haliyle üçer beşer aldığını görürsünüz market poşetlerini. Eczaneden alacağınız minicik ilaç kutusu, siz istemeseniz bile minik bir poşetle girmelidir illa çantanıza. Yaşamanızın bir anında mutlaka lanet ederek ayakkabınıza bulaşan sakız temizlediğiniz olmuştur ülkemizde ya da arabayla gittiğiniz tüm yolların kenarları minik çöplükler şeklindedir. İnsanlar inatla yazar, “buraya çöp dökmek yasaktır” diye çünkü başka türlü baş edemeyeceğini bilir evine dolan pis kokuyla. “Çöp döken eşek olsun” desek de, daha büyük hakaretler etsek de gün geçtikçe daha da kirlenen ülkemizi bu şekilde temize çıkaramayacağımız bir gerçek.
Yıllarca bize sevimsiz gelen ezberci eğitim yaklaşımımızdan kurtulamadığımız bir gerçek. Çevre konusunda da öğretilerimiz, didaktik yaklaşımımız yani ezberimiz değişmiyor. Yere sakız atmamalıyız çünkü kuşların ağzına yapışıyor, denizlerdeki plastik poşetleri carettalar yutuyor ve herkesin belleğine kazınan bir görsel: Kutuplar eriyor buzulun üstünde yalnız kalmış kutup ayısı. Diş fırçalarken musluğu kapatmalıyız çünkü su kaynakları tükeniyor yani biz yeldeğirmenlerine karşı savaşmalıyız. Ezberlerle çevre bilinci kazanmalıyız. Bu klişe öğretilerin bizi bir yere taşıyamayacağını biliyoruz.
Gerçeklerle yüzleşmek önemli. Çalıştığım okulların birinde öğrencilerimle süslü püslü atık kutuları yaptık. Hepimizin içi rahattı, çünkü biliyorduk ki atık kağıtlarımız, su şişelerimiz, metallerimizi ayırıyorduk ve bu atıklarımız geri dönüşecekti. Bir öğrencim, yılın sonuna doğru, “Öğretmenim neden ayırıyoruz ki çöplerimizi?” sorusunu sordu. Doğal olarak içimdeki dev geri dönüşüm canavarı uyandı ve uzun uzun bunu neden yaptığımızı büyük bir iştahla yeniden anlattım. Öğrencim, bana acıyan gözlerle bakarak, akşam biz sınıftan çıktığımızda, okuldaki görevlinin tüm atık kutularını aynı poşete koyduğunu söyledi. İnanamadım, kendim kontrol ettim. Gerçekten de bizim geri dönüşüm olarak sınıflandırdığımız tüm atıklar aynı poşete giriyordu. Söylediklerimizin anlamını yitirdiği ve sadece söylemek olarak kaldığı anlardan biriyle daha baş başaydım.
Elli altı ülkede, elli binden fazla öğrenci ile uygulanan Eko-Okul projesini duymuşsunuzdur. Bir çok okulun girişinde Türk bayrağının yanında dalgalanır. Bu bayrak varsa, o okul eko-okuldur. Eko-okullar, “Gelecek nesillerimizin çevre bilinci kazanması ve sahip olduğu bilgileri davranış haline getirmesi konusunda duyarlı olan ve bir şeyler yapmak isteyen tüm okul öncesi eğitim kurumları ile ilk ve ortaokullar, Eko-Okullar Programı’nda çalışmak için başvuruda bulunabilmektedir” diyerek tanıtımını yapar. Sitesine girip incelerseniz de ne kadar çok okulumuzun, bu harika yeşil bayrağa sahip olduğunu görebilirsiniz. Okulunuza yeşil bayrak almak istiyorsanız, okulunuzda çevre ile ilgili yaptığınız planları siteye yüklemeniz ve etkinlikliklerle ilgili görsel göndermeniz yeterli olacaktır sanırım.
Sitede bulamadığım bir veriyi merak ediyorum, bugüne kadar kaç okulun başvurusu reddedildi ya da yapılan denetimlerde kaç okulun yeşik bayrağı geri alındı? Bir çok okulda kulanılan bu logonun, reklam amacı dışında bir işlevi olduğunu düşünmüyorum. Okullardaki tuvaletlere asılan “Suyu dikkatli kullan” yazısı işe yarasaydı, bu ülkedeki on sekiz yaş üstü tüm erkeklerinin dünyanın en çevreci erkekleri olması gerekirdi. Çünkü hepsi askerlik serüvenlerinde “suyu dikkatli kullan, lüzumsuzsa söndür” yazıları içinde yoğruldular. Bu ülkenin on sekiz yaş üstü erkeklerinin devamlı maruz kaldıkları bu uyaranlarla bilinçlenmedikleri bir gerçekken, okullarımızda yapılan çevre etkinliklerinin, yeşil bayrak almanın ötesine geçeceğini kim söyleyebilir ki… Yeşil bayrakla çevre bilinci oluşsaydı, büyüklerimiz çoktan tüm ülkeyi yeşil bayraklarla donatır ve hatta eko devlet bile olurduk.
Tüketim kültürünün desteklendiği, anneler günü, öğretmenler günü, sevgililer günü, ebeler günü, dedeler günü ve benzeri onlarca günün kutlanmasının öneminin vurgulandığı okullarımızda, tuvalete yazılacak “suyu dikkatli kullanalım” yazısını dünyanın en önemli çevre duyarlılığı gibi sunmak bize özgü olsa gerek. Bugüne kadar katıldığım çocuklar için yapılan tüm çevre etkinliklerinde; evde su tüketiminin nasıl azaltılacağına dair aynı cümleleri yüzlerce kez dinledim. Oysa bize kimse söylemedi, bir araba üretiminde kullanılan suyun bizim ömrümüz boyunca kullanacağımız sudan daha fazla olduğunu. Bir kot pantolan, bir tişört az alarak duşta yapacağımız su tasarrufundan daha fazlasını yapabileceğimiz bize açıklanmadı. Diş fırçalarken suyu kapatmamız gerektiği, bizim yüzümüzden Dünya’nın susuz kalacağı koro halinde söylenirken, kimse daha az tüketmenin daha güzel bir Dünya yaratacağını vurgulamadı. Biliyoruz ki kapitalist sistemimiz de biz masallarla uyutulurken vahşi dişleriyle arkada olanca sessizliği ile işlemeye devam etmeliydi.
Tüm bu eleştiriler bizi, aslında çevre eğitiminin nasıl olması gerektiğini gözden geçirmeye itmeli. Benim imdadıma asla okumayacağımı düşündüğüm, elime alınca bir solukta bitirdiğim çevre eğitimi konusundaki tüm bakış açımı değiştiren bir kitap yetişti. Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Ekofobiyi Aşmak”. Yine çevre ile ilgili ne etkinlikler hazırlayarak bizleri uyutacaklar derken kitap beni uyandırdı. Azalan su kaynakları, yağmur ormanlarının yok oluşu, çevrenin kirlenmesi derken biz çocukları büyük bir korkunun içinde çevre ile tanıştırmaya çalışıyoruz. Çocuklar kendilerine çok uzak olan kavramlarla, kendilerini sorumlu olmadıkları bir dünya yükü ile baş başa buluyorlar.Kitapta, bu yaklaşımın yanlışlığı üstünde duruluyor ve bu eğitimin nasıl olması gerektiği örneklerle açıklanıyor. Çocukların bu eğitime önce çevre ile tanışarak, barışarak, minicik bir akarsuda gezerek, dokunarak, yakınından başlayarak adım atılması gerekliliği vurgulanıyor.
Eko-Okulların da eğitimlerini gözden geçirmeleri, farklı bir anlayışla etkinlikliklerini yapılandırmaları gerekiyor. İçselleşmeyen, sadece bilgi düzeyinde kalan etkinlikler anlamını yitiriyor. Çevre eğitiminin çevre korkusuyla değil, çevre sevgisiyle başlaması gerekiyor. Çocuklar tanışmadıkları ve bağ kurmadıkları bir çevreyi neden koruma gereği duysunlar?
Özellikle etkinlikler yapılandırırken, gerçek yaşamdan yola çıkılmalı, daha az tüketmenin daha güzel bir Dünya’nın kapısını aralamak olduğu bilinmelidir.
Müjdat Ataman
Kaynak: egitimpedia.com