Kapitalizmin Ekoloji Tahribatına Karşı Küresel İsyan!

KAPİTALİZMİN EKOLOJİ TAHRİBATINA KARŞI KÜRESEL İSYAN!

Eğer bugün bir yeryüzü laneti varsa herhalde o da kapitalizmdir. Malların kullanım amacıyla değil, yalnız ve yalnızca pazarda alınıp satılarak kâr elde etmek için üretildiği, bu kıyasıya bir rekabet içinde gerçekleştirildiği ve her türden insani etkinliğin de bu pazarlığa tabi kılındığı, doğa ve insan sömürüsüne dayalı bir kabus.kapitalizm

İnsanın, insan ve doğa üzerindeki her türlü tahakkümünü ve sömürüsünü her geçen gün derinleştiren kapitalizm büyük bir savurganlıkla gereksiz ürünler yaratıyor, doğayı yok ediyor ve geriye sadece zehirler ve çevreyi kirleten ürünler veriyor. Ekolojik yıkım kapitalizmin rastlantısal bir özelliği değildir: Sistemin DNA’sında vardır. Doymak bilmeyen, karları arttırma ihtiyacı reformlarla düzeltilemez. Kapitalistlerin ekolojik kriz karşısında düşünebilecekleri tek şey, krizden nasıl daha fazla kar elde edebilecekleridir. Bu yüzden ekolojik krize karşı mücadele, kapitalist sistem ortadan kaldırılmadıkça başarıya ulaşamayacaktır.

Kapitalizmle birlikte köylüler, topraklarında şirketlerin işçisi durumuna düştüler veya ücretli köleler olarak kentlerdeki ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak için kırdan kente göç etmeye başladılar ve her geçen gün büyüyen şehirler, gelişen kapitalizmin göstergesi oldu. Şehirlerin kıyısında yaşamaya başlayan emekçi yığınları, kötü yaşam koşullarına ve köle gibi çalıştırılmaya katlanmak zorunda bırakıldılar. Büyüyen kentleri beslemek için topraktan daha fazla ürün elde etmek kaçınılmaz hale geldi. Böylelikle büyütülen “Endüstriyel tarım”; doğanın ve insanın zehirlenmesinde; kuş gribi, domuz gribi ve Sars gibi salgın hastalıkların ortaya çıkmasında ve yayılmasında da başlıca etken oldu. Toprağın doğal çevrimi bozulurken kentler; fabrikalar, hava kirliliği, asit yağmurları ve atık sorunları ile birer kirlilik kaynağına dönüştüler. Ekolojik kriz, kır ve kenti parçalayan özel mülkiyet, buna dayalı hijyen kültürü ve artık-atık üretim tarzının kendisidir.

Bilgi üretim araçlarını da kontrol eden sermayenin, politikacıları, bürokratları, ekonomistleri ve profesörleri, her birinin yolu “dünyadaki ekolojik tahribatın, serbest pazarı ve dünya ekonomisini yöneten sermaye birikim sistemini kesintiye uğratmadan da tamir edilebileceği” ana fikrinde kesişen sonsuz öneriler ileri sürmekteler. Bu rejimin vahşiliğini örten hafifletmelerin ve propaganda amaçlı yumuşatmaların tümünü reddediyoruz.

Kapitalizm köylülerin ortak topraklarını çevirerek ve insani bir etkinlik alanı olan çalışmayı metalaştırarak hakim bir sistem haline gelebildi. Bugün bu hakimiyetini son derece inceltilmiş, bilinç altına nüfuz edebilen ve yaşamın simülasyonu olmaya çalışan mekanizmalar ve yanılsamalar yaratarak devam ettirmeye çalışıyor.

kapitalizm2

Ama bunu kuşatıcı ve sistematik bir bütünsellikle gerçekleştirebilmesi için artık kendi yüzü haline gelmiş bazı kurumlara ihtiyacı var. Bu ihtiyacın büyük bir kısmını ise II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde oluşturulan Bretton Woods Kurumları olan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü karşılamaktadır. Tabii her zaman olduğu gibi ruh ikizleri olan Devlet ile elele.

Bu kurumlardır toprağın sistematik olarak yağmalanmasını, küçük çiftçilerin topraklarının ellerinden alınmasını ve büyük kentlerin varoşlarının doldurulmasını sağlayan. Ve bu kurumlardır patent yasaları, terminatör tohumlar ve kimyasal ilaçlarla tarımın global işletmelerin kontrolüne verilmesini sağlayan. Bir zamanların kendine yeterli çiftçileri artık kredi ve kimyasal bağımlılarına, Afrika’nın yerli çobanı safari kamplarındaki dilencilere dönüşmüştür.

On binlerce yıldır insanlığın ortak mirası olan tohumlar yeryüzünden silinmeye başlıyor, sofralarımız ne olduğunu bilmediğimiz genetiğiyle oynanmış ucubelerle donatılıyor, içeceğimiz bir bardak su boğazımızda kalıyor. Biz bunları bir zamanlar karamsar bilim-kurgu kitaplarında okur, filmlerinde seyrederdik. Bugün bunlar artık hayal ürünü değil, hepimizin gerçek yaşam öyküleridir.

Küresel ısınma cehennemi yaşadığımız kente, mahalleye ve evimize getiriyor ve artık kaçacak yerimiz kalmadı. 3G teknolojisinin yaşadığımız mahallede daha fazla baz istasyonu kurulacağı, nükleer ve termik santrallerin, 3. köprünün, barajların, madenlerin ve kentsel dönüşümün daha fazla ekolojik ve sosyal yıkım olduğu anlamına geldiğini anladığımızda da kaçacak yerimiz kalmayacak.

Kent havası insanı özgürleştirirmiş, derler. Ama kentler artık soluk alamadığımız, toprağın üstünün betonla kaplandığı, estetikten mahrum binaların, gökdelenlerin ufku kararttığı, insanların değil taşıtların hakim olduğu bir mekan haline dönüştü.

zaire

Vahşi yaşamın git gide daraldığı, ormansızlaşmanın bir yangın gibi yayıldığı, her geçen gün yüzlerce hayvan ve bitki türünün neslinin tükendiği, iklim değişimi nedeniyle toprakların çoraklaştığı ya da seller altında kaldığı ve yeni yeni hastalıkların türediği bir çağda kapitalist endüstriyalizmin aç gözlü uygulamalarına karşı direnmek hepimiz için bir ölüm-kalım meselesine dönüşmüştür. Kapitalist dünya sistemi tarihsel olarak iflas etmiştir. Ekolojinin diliyle, son derece sürdürülemezdir ve temelden değiştirilmelidir ve yaşamaya değer bir gelecek istiyorsak yerine yenisi konmalıdır.

Hiçbir zaman “eko-savunma”ya bu kadar ihtiyacımız olmamıştı. İnsan, doğa ve barışın başlıca düşmanı olan kapitalizme yönelik “doğrudan eylem” hiçbir zaman şu ankinden daha acil olmadı !

www.dunyalilar.org